INTERVIEW // BiRGÜN TAGESZEITUNG // AM SONNTAG // OSMAN CUTSAY

INTERVIEW // BiRGÜN TAGESZEITUNG // AM SONNTAG // OSMAN CUTSAY

INTERVIEW // BiRGÜN TAGESZEITUNG // AM SONNTAG // OSMAN CUTSAY // SIYAHLA BEYAZIN YARATTIGI RENGARENK BIR SENFONi // 12.02.2017

Die Tätigkeiten und die Werke der neueuropäischen Künstler, deren Wurzeln in der Türkei liegen, stoßen auf ein großes Interesse. Ali Zülfikar ist einer aus dieser neueren Generation, der die traditionelle Malerei zwar nicht ablehnt, aber in der Malerei beharrlich eine eigene Sprache zu entwickeln versucht.

Der in Köln etablierter und bis heute bei Hunderten von Ausstellungen teilgenommener Künstler wird von den großen Kunstgalerien in europäischen Hauptstädten mit Interesse beobachtet. Zülfikar hat die Fragen der Kulturzeitschrift Avrupa Kültür über die Umstände, unter denen sich die Ausdrucksweise seiner sogenannten „Emotionale Hyper-Realism“ entwickelt, und die Kunst bzw. das Eingriffsbewusstsein mit Kunst in den Prozess unserer Außenwelt beantwortet.

files/zeugma/pictures/galerien/presse/BirGunPazar20.jpg

Türkiye kanıyor. Yetiştirdiği veya ilk adımlarına tanık olduğu değerler, bu ülkeyi çeşitli nedenlerle terk ediyor, içlerindeki Türkiye’yi, Anadolu’yu ve renklerini yaban ellerde satışa sunmak zorunda kalıyor. Türkiye’den dışarıya değer akışı, on yıllardır sürüyor. Son birkaç yılda ivmesi tehlikeli boyutlar kazanan bir akış karşısındayız. Bu insanlar, Avrupa’da sanatın çeşitli alanlarında hemen kendilerini belli ediyorlar. Bunlardan biri de resimde geleneği reddetmeyen, ancak yeni formatlar peşinde özgün bir dil geliştirmekte ısrarlı olduğunu gizlemeyen Ali Zülfikar. Çalışmalarını Köln merkezli olarak sürdüren ve bugüne dek 170’in üzerinde uluslararası sergiye katılan sanatçı, önümüzdeki aylarda, Londra ve Salzburg’da yeni sergilere katılacak.


İhmal edilmiş bir resim kaynağı olan Anadolu’da yetiştiğini belirten Zülfikar, “Benim büyüdüğüm ortamlar, tarihi mağara resimleriyle, mezar taşlarındaki tabletlerle bezeli zengin bir kültür mirasıydı. Ama ‘çelik-çomak’ oynayarak yetiştiğim bu ortamların sanatsal değerlerini anlayan ne bir sanat öğretmenimiz ne de bir sanat kurumumuz mevcuttu. Bu kadar tarihsel dokuları ve kökleri zengin bir ülke, maalesef sanat alanında geriledikçe geriledi. O yüzden geldiğim ülkeyi görsel sanatlar açısından Avrupa sanatıyla karşılaştırmak, bir muhasebe çıkarmak mümkün değildir” diyor.
Türkiye’de sanatla ilgili ilk adımlarını attıktan sonra Kürt halkının tarihsel haklarıyla ilgili çalışmalar yürütmeye başlayan ve üzerindeki baskıların artmasıyla Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan Ali Zülfikar, “Burada Prof. Dr. Hajou Klein, Prof. Dr. Frank Günther Zehnder, Dr. Winfried Gellner, Dr. Steffanie Eckhardt, Prof. Dr. Eberhard Linke gibi nice önemli sanat eğitmenleriyle birlikte çalışma imkânım oldu” görüşünü dillendiriyor.


» Doğrudan insanı ve insanın da özellikle yüzünü resminize temel alıyorsunuz. İşin ilginç yanı, siyah-beyaz bir “renk cümbüşü” içinde birbirinden çok farklı, ama aynı mekânı ve onun tarihini paylaşan yüzler resmediyorsunuz. Bu nasıl bir ihtiyaç sizdeki? Nereden doğdu? Siz neden böyle bir temaya ve biçime kilitlendiniz?
Resim sanatında kendinizi ifade ederken, özgün bir kimlik yakalamanız gerekir. Bu kimlik ekseniyle bir “vizyon” oluşturmak mümkün olur. Sanatçının kendi bilgi ve birikim dağarcığıyla bütünleşerek, çalışmasının merkezine kendi farklılığını koyma mücadelesi başlar. Ben, kendi merkezime “insanı” koydum. Sanat, sadece kendini ifade etmek değil, kendine özgü bir duruş oluşturmaktır. Yeri geldiğinde, çizgilerinizle sert ve eleştirel yaklaşarak, estetik ve “pazar” kaygılarını kırmanız gerekir. Sanatın asıl ağırlığı, toplumsal ve eleştirel olarak, sanatın ve toplumun kabuğunu kıran “eleştirel” serilerle ön plana çıkabilmelidir. Ben şahsen bu yolu seçtim. Her yaşın oluşan doğal güzelliğini bir zenginlik olarak algılayabiliriz. Ben, bir saygınlık abidesini cesurca anlatabilmeliyim. Onu yapmaya çalışıyorum zaten. Amacım, sanatseverleri yaşamış olduğum karelerin içine çekerek, kendilerini benim zaman tünelimde sonsuz bir yolculuğa sürükleyebilmektir.
Benden önce hiçbir sanatçı arkadaşım, tuval üzerine kurşunkalem yöntemiyle bu boyutlarda ürünler çıkarmamıştı. Böyle bir tekniği sanatımın merkezine koyarak başladım. Tuval üzerindeki ana motif, detaylarda gizlidir. “Hiper gerçek” anlatım tarzlarında sanatçılar, fotoğrafların bile gözden kaçırdığı ayrıntıları işleyerek, kendi derinliklerini, eklenti doku farklılıklarını irdeliyorlar, böylece form ve renk değerlerini öne çıkarıyorlar. Mesela, yeni renk değerleri ekliyorlar. Hiper gerçekçi sanatçılarımızla benim aramdaki farklılıkların başında ise renk tercihi geliyor. Bendeki teknik kurşunkalem, renkler ise kurşunkalemin tonlarıdır. Benim çalışmalarımdaki derinlik, renk kullanılmadan sadece kurşunkalemin tonlarıyla yaratılmıştır. Gözbebeklerine yansıyan ışık, derinlik ve yüzlerindeki yaşam izleri, doku farklılığı, kurşun kalemin tonları ve derinliğiyle oluşturulmuştur.
Kurşunkalem tekniğinin en önemli özelliği hatayı yüzünüze vurmasıdır. Yani, silgi kullandığınızca karşınıza bir resim çalışması çıkar. Silgi kullanmadan, hiçbir hatalı çizgi oluşmadığında ise karşınıza bir sanat eseri çıkar. Diğer önemli bir nokta da yaratmış olduğunuz eserin yıllarca korunması gerekmektedir. Bunların hepsi bir bütün olarak parmaklarınızın anatomik ustalığını ve bilgi birikiminizi yeteneğinizle birleştirmenizi gerektiriyor. Bu birleşim, karşınıza bir “vizyon” olarak dikilir. Bunları bir araya getirdiğinizde karşınıza gerçek sanat eserleri çıkar ve sizi diğer sanatçı arkadaşlarınızdan farklılaştırır.

files/zeugma/pictures/galerien/presse/BirGunPazar21.jpg
» Türkiye coğrafyasını iyi biliyorsunuz. Onun en geri bırakılmış bölgelerini de en modern kentlerini de yakından tanıyorsunuz. Öte yandan, 20 yıla yakın bir süredir de Avrupa’da yaşıyorsunuz. Dolayısıyla çağın en parlak metropollerini içinden biliyorsunuz. Bütün bu değişik yaşam alanları resminize nasıl etkide bulundu? Bu konuyu hiç düşündünüz mü?
Bu konuyu hiç düşünmedim, bilakis yaşadığım için sizlerle paylaşmak isterim. Benim, yaşamın tüm katmanlarıyla birlikte büyüdüğüm doğrudur. Bir ekleme yapmak gerekirse, bunların içinde kendimi geliştirdim. Sanatımın tüm evrelerinde o anların izleri var. Ne hissetmişsem, onları yaşadım, bir şair arkadaşımın deyimiyle “babamdan başkasına baba demeden” sanatımla nefes alıp, güne öyle başladım. Zaman zaman aç kaldım, evet “açlık” çektim. Ama ne beni sanatım aldattı ne de ben sanatımı aldattım. Sanatımdan başka iş yapmadım, yapmayı da düşünmedim.
Avrupa’nın önemli sanat insanlarıyla ve galeristleriyle çalışma olanakları yakaladım. Bu, sanatsal birikimimi zenginleştirdi. Avrupa sanat arenasında kendimi geliştirdikçe, yaşam felsefemde “ancak, ama, keşke” gibi terimlere yer vermemem gerektiğini de öğrendim. Bu, kendi yörüngem içinde dönen enerjimin ve gerçekleştireceğim projelerin bir bütün olarak birbirini sarmalaması anlamına geliyordu. Duygusal kırılmalar yaşasam da, bu negatif enerjinin nereden ve nasıl geldiğini bildiğimden dolayı “aldırmadan” yoluma devam ettim. Dolayısıyla her sergi benim için bir dönüm noktası oldu.
siyahla-beyazin-yarattigi-rengarenk-bir-senfoni-244318-1.
» 2006 sonrasında yerleştiğini belirttiğiniz resim dilinizle ilgili bilgiler verebilir misiniz? Neden bu tekniği geliştirdiniz mesela? Anatominiz sağlam, figür çizme zorluğunuz yok, yani başka yöntemler de geliştirebilirdiniz, ama siz bu üslupta ısrar ettiniz. Neden?
Kendime özgü olan “kök boyaları” tekniğinden sonraki en son evremde, tamamen daha çok sadeleşmeye yöneldim. Daha yalın bir dilin kullanılması gerektiğine inandım. Eğer, elinizdeki malzemeyi farklılık yaratarak yorumlayabiliyorsanız, çıtayı aşmışsınız demektir. Benimki, daha çok kendimle muhasebedir. “Elimdeki şu küçük bir kurşunkalemle acaba daha etkili bir eser yaratabilir miyim?” gibi delice bir yöntemin peşine düştüm.
Devamlı kendini yenileyen sanat bilgimi neden derinleştirmeyeyim? Derinlik ve farklılık yaratan bir çığır neden açmayayım? Sanat zaten delilerin işidir. “Buyur sana kurşunkalem ve tuval” diye bir meydan okumadır benimkisi. Belki, haksızlıklara uğradığım dönemlere meydan okuma. Belki de “sanatı ben biliyorum” diyenlere meydan okumadır. Bu işi benim tarzımla yaparsanız, belki kimse evine “dekor” olarak sizin eserlerinizi koyamayacak, ama insanlık tarihine hatırı sayılır bir miras bırakmış olacaksınız. Ben işte bu bilinçle hareket ettim. Belki bundan, emeğimi çalan sanat akademileri de ders alacaktır. Benim bu tarzdaki çalışmalarım bir isyanın sonucudur. Yeni nesillerin daha özgün yetişebilmesi içindir.
» Portre ısrarınız, sanatınıza ve topluma, insana, dünyaya bakışınıza ne gibi olanaklar taşıdı? Çalıştığınız yüzler üzerinden bir yanıyla da insanın, Anadolu kültürlerinin, Türk ve Kürt halklarının iç içe tarihini, dış dünyanın onları algılama biçimlerini de hedef aldığınız anlaşılıyor. Farklı ve alternatif bir tarih yazıyorsunuz aslında sanatınızla. En azından bize kalan tarihleri resimlerinizle düzeltmeye çalıştığınız izlenimi yaygın. Böyle bir saptamaya ve tanım arayışına ne dersiniz?
Bu sorunuz çok iddialı, ben insanlarımızın birbirini anlaması gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Böyle olması gerektiğine inandığım için... Bir bakıma her portrem bir okyanus gibi derin bu coğrafyamızın izlerini taşıyor. Bir bakıyorsunuz, biri Süryani, bir bakıyorsunuz biri Zerdüşt, kimisi Türk, kimisi Çerkez, kimisi beş bin yılımızın goncası, ağıtları yüreğimizi dağlayan Kürt kadınları, bunca yıllık hasretlerimizin goncaları... Mezopotamya ve günümüz tarihinin tüm evrelerini yaşamış insanların dünyasına dalıyorum. İçimizden biri olan insanların tüm zamanlarını işleyerek.
Her çalışmam bizlere uzun uzun bir şeyler anlatıyor aslında. Bakışlara heyecan yüklüyorum, yüreğinizin derinliklerine dalarak ruhuyla bir mıknatıs gibi çekiyor bizleri kendisine. Bir anda, yaşlı bir ninenin avuçlarından başlayan şaşkınlığı, yaşanan bir insanlık dramına sürüklüyorum insanları. Hem de bunu hiçbir yardımcı malzeme kullanmadan, silgi ve beyaz tonlarına ihtiyaç duyduğum bir kalem kullanmadan yapıyorum. Bazıları gözlerine inanamıyor, “Olacak şey değil, bu adam deli olmalı” diyenler var. Ben de “Akıllı olsa bunu yapar mı?” diyorum. Karakalemle bugüne kadar hiçbir sanatçının cesaret edemediği, hiçbir yerde görmediğiniz bambaşka bir resim tekniğini sanat dünyamıza sunuyorum. O yüzden eserlerimde bütün kurallar altüst oluyor. Ya onlardan biri oluyorsunuz ya da onların karşısında. Bir anda kendinizi “isimsiz kahramanlar”dan biri sanıyorsunuz.
» Kabul edelim ki, bir bütün olarak “Kürt gerçeği” sanatınızda özel bir ağırlığa sahip. Kürt insanını da yeni bir düzleme çekiyorsunuz. Ancak siz sadece Kürt coğrafyasını değil, Türkiye’nin birçok bölgesini biliyorsunuz, onların içinde yaşadığınız ve o alanlardan hareketle sanat ürettiğinizin farkındayız. Sonuçta yoksul, acılı ama direnen bir halk kültürünün tuvalinize özel ışık ve gölgelerle, hatta (siyah-beyaz gibi görünen) capcanlı renklerle yansıdığını söyleyebiliyoruz. Avrupalılar, Avrupa’nın sanatseverleri, kültür insanları sizin bu çok katmanlı işlerinize ve işlerinizin en önemli kaynağı olan coğrafyaya ve insanlarına nasıl bakıyor? Resimleriniz onların bakış ve okuma biçimlerini de değiştirmiyor mu?

Mesela, bir çalışmam ile bu sorunuza yanıt arayalım. Saçlarını belik belik ören nenemin içinde mırıldanan bir türküyü dillendirdiğini görüyoruz. Kimileri “Kızılderili” diye yorum yapıyor, her gören sanatsever ve alıcı benimle sohbetinden sonra, “Neneni alıp, evimde misafir etmek istiyorum, ne dersin?” diyor. Yüzündeki yaşanmışlıklardan yola çıkan insanların çoğu Avrupa kökenli insanlar. Sanat alıcılarımın çoğu zaten Avrupa kökenli insanlar. Mental olarak bizim toplumumuzdan öndeler; sorun ekonomik durumun ötesindedir. Onlar, anlayış olarak sosyal yaşamda bazı sorunlarını çözmüş, kendi estetik değerlerini taşıyan, evlerinde sanat eseri bulundurmayı estetik bir incelik ve saygınlık olarak gören bir yapılanma içindeler. Ama bizim toplum yapılanması farklı. İnsanlarımız, elinde imkânları olmasına rağmen, bu bilinç ve inceliğe sahip değil. Benimle birlikte, tabii ki geldiğim coğrafya itibariyle kaygılar taşıyorlar. Sonuçta adım Ali Zülfikar, ismim ve kökenim üzerinden sohbet etmek isteyenler her zaman olacaktır. Şunu açıkça sanat fuarlarında dile getirenleri de biliyorum: “Eğer adın, Andreas olsaydı, yerin burası değil ‘Art Cologne’ veya ‘Art Basel’ olurdu” diyenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

http://www.birgun.net/haber-detay/siyahla-beyazin-yarattigi-rengarenk-bir-senfoni-146579.html